YAZARLAR

Gündüz Kuşağı: Toplumu Yoran Ekranlar

Merhaba,

Bundan böyle yazılarımla Sonnokta ailesinde sizlerle olacağım.Tarafsız, bağımsız ve toplumun nabzını tutan, gündemin özünü yakalayan ve hayatın içinden gerçekleri sizlerle paylaşacağım.Her yazımda; doğruyu savunmak, sesi duyulmayanların sesi olmak ve gerçeği olduğu gibi yansıtmak için buradayım.Yeni bir başlangıç, yeni bir söz ve yeni bir duruşla…İlk köşe yazıma hoş geldiniz.

Son yıllarda televizyon ekranlarında tuhaf bir ikilik yaşanıyor. Bir yanda “kaldırılsın” diyenlerin sesi her geçen gün yükseliyor, öte yanda ise sabah kahvesini eline alıp bu programların başına geçen milyonlarca izleyici var.

Bu ikilik, aslında sadece televizyon tercihinden ibaret değil; toplumun nasıl bir yöne evrildiğinin de aynası gibi…

Kimin Gerçekliği Bu?

Sabahın erken saatlerinden itibaren televizyon kanallarını açtığınızda, karşınıza çıkan manzara hep aynı:

Cinayet dosyaları, kaybolan insanlar, çığlık çığlığa tartışmalar, "gerilim müziği" eşliğinde kurgulanmış dramatik anonslar…

Biraz ilerleyelim:

Gelin–kayınvalide kavgaları, yemek programlarında birbirine laf sokan yarışmacılar, evlenme vaadiyle başlayan ama kavgayla biten yayınlar…

Peki biz ne izliyoruz?

Bir toplumun çöküşünü, ahlaki erozyonunu, saygının ve mahremiyetin yok oluşunu canlı yayında izliyoruz.

Üstelik reyting uğruna, insanların özel hayatları, acıları ve sırları birer “show malzemesi” haline getiriliyor.

Ekranda Gerilim, Evde Huzursuzluk

Bu programlar, sadece izleyiciyi oyalamıyor; farkında olmadan insanları dönüştürüyor.

Sürekli tartışma, bağırış, kavga izleyen bir toplum, sakinliğini yitiriyor.

Görgüsüzlüğü, kabalığı, şiddeti normalleştiriyor.

Bir süre sonra herkes, haklı çıkmak için bağırmayı, anlaşılmak için öfkeyi tercih eder hale geliyor.

Bu yayınlar, sadece ekran başında değil, evlerin içinde de huzursuzluk yayıyor.

“Ama Biz Gerçeği Görüyoruz” Diyenlere...

Bu yayınları savunanlar genellikle şu cümleyi kuruyor:

“Gerçek hayat bu, biz sadece olanı gösteriyoruz.”

Oysa hayır, bu gerçeğin yansıtılması değil; gerçeğin ticarileştirilmesi.

İnsanların acıları üzerinden reyting almak, toplumsal yaraları magazinleştirmek…

Bir annenin gözyaşını “gerilim müziği” ile süslemek, gerçeği göstermek değil, onu satmaktır.

Kültür Değil, Kirlilik

Eskiden gündüz kuşağı denince eğitim, sağlık, çocuk gelişimi, kültür, sanat programları akla gelirdi.

Şimdi ise her şey bir “kavga sahnesine” dönüşmüş durumda.

Televizyon, bilgi ve bilinç kaynağı olmaktan çıktı; adeta bir “dijital dedikodu pazarı”na dönüştü.

Bu, sadece estetik bir sorun değil — toplumsal bir yozlaşmadır.

Elbette televizyon özgür olmalı. Kimse sansür istemiyor.

Ama özgürlük, başkasının onurunu çiğnemek değildir.

Özgürlük, toplumun ahlaki sınırlarını aşmak değildir.

RTÜK sadece ceza kesmekle değil, yayın ilkelerini yeniden tanımlamakla da yükümlüdür.

Bu yayınlar, “reyting uğruna her şey mübah” anlayışını normalleştiriyor.

Bu yüzden bir denetim değil, bir vicdan çağrısı gerekiyor.

Kaldırılsın mı? Evet, Artık Yeter!

Evet, kaldırılmalı.

Çünkü ekranın bu kirli yüzü, topluma zarar veriyor.

Kadınların, ailelerin, gençlerin zihnini çürütüyor.

Birbirini anlamayı değil, birbirine saldırmayı öğretiyor.

Ve en önemlisi: “normal” olana duyulan saygıyı yok ediyor.

Artık televizyondan öğrenilen kavgayı değil, nezaketi;

Bağırarak değil, konuşarak anlaşmayı;

Mahremiyeti değil, saygıyı yaymamız gerekiyor.

Son Sözüm

Televizyon, toplumun aynası değil, yönlendiricisidir.

Eğer bu ekranlar böyle devam ederse, biz sadece izlemeye değil, yavaş yavaş bozulmaya da devam edeceğiz.

O yüzden diyorum ki:

Cinayet içerikli, kavgayla süslenmiş, görgüsüzlüğü normalleştiren tüm gündüz kuşağı programları kaldırılsın.

Sadece ekranlar temizlenmesin; toplumun ruhu da biraz nefes alsın.