Z Kuşağını Suçlamadan Önce Kendimize Bakalım
Günümüz gençlerine “Z kuşağı” diyoruz… Onlara kimi zaman sabırsız, kimi zaman ilgisiz, kimi zaman da umursamaz diyoruz. Peki hiç dönüp de “Bu gençler neden böyle oldu?” diye kendimize sorduk mu?
Bugün birçok aile, çocuklarını ekranlarla oyalayarak büyütüyor. Bu durum kısa vadede kolaylık sağlıyor gibi görünse de, uzun vadede ciddi sorunlar doğuruyor. Dijital dünyanın içine doğan çocuklar, gerçek dünyadan uzaklaşıyor; duygusal bağ kurmakta zorlanıyor. Ama burada asıl sorumluluk kimde? Sadece çocuklarda mı?
Aslında biz, yani “Y kuşağı” olarak adlandırılan anne-babalar, bu tablonun dışında değiliz. Bizler de kendi yetişme biçimimizi yanlış yorumladık. “Ben yapamadım, çocuğum yapsın”, “Ben giyemedim, kızım giysin”, “Ben yaşayamadım, oğlum yaşasın” diyerek çocuklarımıza sınır koymaktan çekindik. Sevgiyi, ilgiyi ve disiplini karıştırdık; özgürlük adı altında aslında yalnız bıraktık.
Ekonomik zorluklar da cabası… Sabahın erken saatlerinde işe giden, akşam yorgun dönen anne babalar, çocuklarına yeterince vakit ayıramıyor. Kahvaltı yapmadan okula giden, annesini gün boyu göremeyen çocuklar, sevgiye ve ilgiye aç büyüyor. Bu boşluğu da ekranlarla dolduruyorlar.
Sonuç olarak; karşımıza sosyal becerileri zayıf, duygusal bağ kurmakta zorlanan, sanal dünyada var olmaya çalışan bir nesil çıkıyor. Ama bu tabloyu sadece Z kuşağına yüklemek haksızlık olur. Çünkü bu çocuklar, bizim ellerimizde şekillendi.
O halde ne yapmalı?
Öncelikle aile içi iletişimi güçlendirmeliyiz. Birlikte geçirilen zamanı artırmalı, sohbeti, ilgiyi, sevgiyi yeniden evlerimize taşımalıyız. Teknoloji elbette gerekli ama hiçbir zaman ilginin yerini tutmaz. Her çocuk, sevgi bağıyla büyümeye hakkı olan bir varlıktır.
Unutmayalım; Z kuşağını anlamanın yolu, önce aynaya bakmaktan geçiyor.